Anne Olma Kapasitesi

Sunumun bu bölümünde, “anne” kelimesinin kökenine de kısaca göz atmak istiyorum. Çünkü tıpkı “baba” gibi, “anne” sözcüğü de sadece bir kişiyi değil, derin bir ilişki biçimini ve deneyimi işaret eder.

“Anne” kelimesi, çoğu dilde çocuğun erken dönemde çıkardığı ma, na, an gibi seslerden türemiştir. Bu sesler, çocuğun dünyaya gelişinden sonraki ilk ilişki figürüne, yani bakım veren kişiye yönelik çağrılardır. Türkçede “anne”, İngilizcede “mother”, Fransızcada “mère”, Latince’de “mater” kelimeleri de benzer biçimde maternal kökten gelir. Bu ortak köken, “besleyen”, “barındıran” ve “yakın olan” anlamlarını taşır.

Çocuk için “anne”, yalnızca bir kişi değil, yaşamsal bir yakınlık ve süreklilik deneyimidir. “Anne” bir varlığın adı olmaktan çok, bir ilişkinin adı gibidir. Bu yüzden psikanalitik kuramda “anne” yalnızca biyolojik bir figür değil, aynı zamanda çocuğun psişik gelişiminde ilk öteki, ilk bağ ve ilk arzudur.

Psikanalitik Kuram Açısından Anne Figürü Psikanalitik kuramda anne, çocuğun ilk nesnesi, ilk sevgi nesnesi ve ilk iletişim alanıdır. Anneyle kurulan bu erken bağ, çocuğun benlik gelişimi, dünyayla kurduğu ilişkinin temeli ve duygusal düzeninin çekirdeğidir. Freud’a göre anne, çocuğun ilk arzusu nesnesidir; çocuk için dünyadaki ilk önemli figürdür. Bu erken dönemde anne, çocuğun şekillenen bilinçdışı için belirleyici bir öneme sahiptir.

Winnicott’a Göre “Yeterince İyi Anne” Winnicott’a göre anne olma kapasitesi, biyolojik annelikten ziyade “ruhsal olarak orada olabilme” yetisidir. “Yeterince iyi anne” kavramı, çocuğun ihtiyaçlarını duyumsayabilen, empati kurabilen ve zamanla çocuğu dünyanın gerçeklikleriyle tanıştırabilen bir anneliği tanımlar. Winnicott, çocuğun gelişimi için annenin sürekli mükemmel olmasını değil, gerçekliği tolere edebilmesini önemser. Annenin zaman zaman “düşmesi”, yani çocuğun her talebini karşılayamaması, çocuğun bağımsızlaşması için sağlıklı bir zemindir.

Dolto’ya Göre Anne Olmak: Dil, Beden ve Sınır Françoise Dolto’ya göre anne, yalnızca sevgi veren değil, aynı zamanda çocuğun “konuşabilen bedeni”nin (le corps parlant) ilk adresidir. Dolto için çocuk, henüz kelimeleri kullanamasa da beden diliyle konuşur. Anne, bu bedensel dili tanıyabilen ve ona cevap verebilen kişidir. Bu yanıt, salt bakımla değil, çocuğa bir anlam dünyası sunmakla mümkün olur. Çocuğun bedensel semptomları (alt ıslatma, suskunluk, huzursuzluk vb.), çoğu zaman anneyle kurduğu ilk ilişkinin ruhsal düzenini gösterir.

Dolto ayrıca, annenin kendi bedensel tarihinin ve ruhsal temsilinin, çocuğun bedeninde “konuşan” bir aktarım yarattığını savunur. Annenin kız ya da erkek olarak kendi annesiyle kurduğu ilişki, çocuğun ilk temsil dünyasında kendini gösterir. Bu nedenle anne olma kapasitesi, geçmişle, kendi annesine, kadınlığına ve bedensel deneyimlerine dair bilinçdışı bir anlatı taşır.

Lacan’a Göre Anne Arzusunun Yapısı Lacan, anne figürünü çocuğun ilk arzusu nesnesi olarak tanımlar. Ancak bu arzunun yapısı, annenin kendi arzusu tarafından biçimlenir. Lacan’a göre çocuk için asıl soru şudur: “Anne ne istiyor?” Annenin kendi arzusunun yapısı, çocuğun kendini nasıl konumlandıracağını belirler. Çocuğun özne olabilmesi, annenin “bütün varlığıyla çocuğuna yapışmasının” önlenmesiyle mümkün olur. Bu noktada, Lacan’ın “anne arzusunun kesintiye uğraması” gerekliliği ortaya çıkar. İşte bu kesinti, çocuğun birey olmasını mümkün kılar.

Anne Olma Kapasitesi: Ruhsal Bir Mesafe Kurabilme Yetisidir;

 Anne olma kapasitesi, çocuğun bedensel ve duygusal ihtiyaçlarına empatik bir yanıtlılıkla yaklaşabilmenin yanı sıra, onu ruhsal olarak ayrı bir birey olarak tanıyabilme yetisidir. Bu, annenin çocuğa olan sevgisini sınırsız bir iç içelikten ziyade, bir “mesafe” kurarak, onu dünyayla tanıştıracak bir birey olarak görebilmesini ifade eder.

Anne Olmak Bir Arzuyu Taşıyabilmektir;

 Psikanalitik açıdan anne olmak, sadece vermek değil, aynı zamanda arzuyu taşıyabilmektir. Kendi arzusu olan bir anne, çocuğun da bir özne olmasını mümkün kılar. Lacan’ın dediği gibi, “anne arzusu bir hayalettir ve çocuk bu hayaleti tatmin etmek için yaşar.” Ancak anne, kendi arzusu konusunda netse, çocuğu bu hayaletin içine hapsetmeden, onu dış dünyaya doğru serbest bırakabilir.

“Çocuklar çoğu zaman söylenmeyeni bedenleriyle konuşur. Annenin içsel çelişkisi, çocuğun davranışında yankı bulur.”

Yine aynı şekilde gerekli sansür uygulandıktan sonra size bahsedeceğim vaka örneği;


3,5 yaşındaki Elif, annesinin işe başlamasından kısa bir süre sonra hem altını ıslatmaya başlar hem de geceleri kabuslarla uyanır. Ayrılık anında çığlık çığlığa ağlar, annesine yapışır, “gitme” diye yalvarır. Aile bu durumun “alışma süreci” olduğunu düşünür ama haftalar geçtikçe semptomlar şiddetlenir.

Psikanalitik görüşmelerde annenin, işe dönme kararı nedeniyle yoğun bir suçluluk hissettiği ancak bu duygusunu bastırıp çocuğa “annecim merak etme, hiçbir şey değişmedi” demeye devam ettiği ortaya çıkar. Annenin davranışlarıyla içsel duygusu arasında ciddi bir çelişki vardır. Yani çocuğuna güvende olduğunu söylerken, aslında kendi içinde “onu bırakıyor muyum?” sorusunun ağırlığını taşımaktadır.

Elif bu tutarsızlığı “sezer” ama adlandıramaz. Anne yüzeyde sakin, ama içten içe suçluluk içindedir. Çocuk bu duyguyu içine alır ama anlamlandıramaz. Ve bu duygusal belirsizlik, beden diliyle ortaya çıkar: alt ıslatma, uyku bozukluğu, ayrılma krizleri…

 “Anne olma kapasitesi, sadece orada olmak değil; orada ‘gerçek’ haliyle bulunabilmektir.”

Çocuğun düzenleyemediği duygular çoğu zaman, ebeveynin düzenleyemediği duyguların bir yankısıdır.

Anne olma kapasitesi, psikanalitik anlamda bir rol değil, bir ilişki kurma becerisidir. Bu beceri, annenin kendi tarihini taşıma ve dönüştürebilme yetisinden, çocuğun bireyselleşmesini destekleyebilecek ruhsal mesafeyi kurmasından ve çocuğun bedensel/dilsel mesajlarını anlayabilmesinden geçer.

Diğer yazılarımız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir